Azeroğlu da aynı şekilde Iğdır'da yanıp kül olmuş! tabii ki benim haberim yok. Alkızıl köyündeki baba evini kaybettikten sonra o köyden o köye göç etmiş, çiftçilik yapmış,uğruna şiirler yazdığı hemşerileri tarafından dışlanmış... O verimli koskoca Sürmeli Çukuru ona bir lokma ekmeği çok görmüş. Hatta sımsıcak suları bile buz kesmiş önünde:
Dört ettiği gibi iki kez iki
Kader böyleyimiş ona da peki !
Bu Azeroğlu'nun hayalindeki
Hayat sularında buz tuttu sular."
Yıllar sonra onu aradığımda Iğdır'ın köylerle beraber bütün telefon rehberini önüme koymuş ve evleri teker teker aramış, onu sormuştum. En sonunda Alkızıl köyünden yaşlı bir adam onun soyadını Azeroğlu olarak değiştirdiğini ve Taşburun'a yerleştiğini söylemişti. Taşburun Iğdır'a on veya on iki kilometre uzaklıkta tam Ermenistan sınırında olan bir köydü. Ona sürpriz yapacağım diye sevinçle yola koyuldum.
Taşburun'a gittiğimde bütün kederine,yalnızlığına, yüzündeki çizgilere, alnındaki kırışıklıklara, saçlarına düşmüş aklara rağmen yine o, beni güleç yüzüyle karşılamıştı. İlk kez şiir okumamıştık birbirimize. Yaralı yaralı bakışmıştık. Kırgındık hayata da, dostlara da şiire de... Yurdumuz ise hâlâ Almanların "wilden kapitalismus" dedikleri vahşi kapitalizmin pençesindeydi. İşsizlik, yoksulluk, umutsuzluk diz boyuydu.Yurdunun çiçeğine bile âşık olmuş Azeroğlu'na yurdu bir karış toprağı bile çok görüyordu.
Ordan ayrılırken Azeroğlu bu kez utanarak elime küçük bir kitap tutuşturdu. Ucuz kağıda basılmış, incecik kitabın üzerinde "Sessiz Çığlıklar" yazıyordu. Arabaya bindim, ona el salladım ve gaza bastığım anda gözlerimden iki damla yaş onun kitabının üzerine düştü. Bizim hayatımız işte bu iki damla gözyaşı ve ucuz kağıtlara gömülmüş sessiz çığlıklardı.
Ama üstad Sezai Karakoç ne demiş?
"Umutsuzluk yok
Gün gelir, gül de açar,
Bülbül de öter!"
Güller açtı, bülbüller öttü ve zaman su gibi akıp gitti. Başka ülkelerde, başka meşguliyetler içinde olsak da hep haberleşiyorduk. Iğdır'da artık tutunmaya başlamıştı. İyi kötü bir evi vardı, çocukları büyümüştü. Iğdır'ın bir başka çileli oğullarından Fahrettin Budak'la dostlaşmış, hatta beraberce Belediye'nin yardımıyla Iğdır Yazarlar ve Şairler Derneği'ni kurmuşlardı. Arada bir gönderdikleri kapaksız beş altı sayfalık bültenlerini onların dostluklarını okşar gibi okşar, en son satırına kadar okurdum.
Azeroğlu'nun Iğdır, Iğdır'dan sonraki hayatı onun dizeleriyle anlatılabilir ancak:
"Orhan gardaş yurda yaptık hizmeti
Bulamadık ondan gelen kısmeti
Bu dünyanın müşkülatı, kasveti
Başımıza değersiz bir taç oldu.
Orhan gardaş, dostun seni dost bildi
Hazan vurdu ilkbaharım silindi
Yapraklar döküldü, sonbahar geldi
Buralarda yaşamak çok güç oldu!"
Güleç yüzlü Azeroğlu şiirinin her mısrasında Garip Yunus'un dertli dolabı gibi inim inim inildiyordu. Dostluklar sahte, gülüşler sahte, verline sözler sahte olsa da o umudunu asla yitirmiyordu:
Güllermiz bahçemizde solsa da
Aksilikler gelip bizi bulsa da
Dertlerimiz dağdan büyük olsa da
Yaşamak güzeldir her şeye rağmen!
Bu sabah Köln'de uyanır uyanmaz dışarı çıktım. Evimizin karşısında kocaman bir çınar ağacı var. Kapının önünde bir süre durdum, ağaca baktım. Çünkü sekiz yaşındaki kızım bir defasında, "Baba burdan gidersek en fazla bu çınar ağacını özleyeceğim," demişti. O günden sonra her dışarı çıktığımda bir süre kapının önünde durur, öylesine çınar ağacına bakarım. Bu kez ağacı seyre dalınca bizim eve doğru uzanmış dalında gagası kıpkırmızı küçücük kuş sanki bana birşeyler söylüyormuş gibi cik cik öttü, durdu. Buna bir anlam veremedim. Sıcak düşmeden biraz yürüyeyim, dedim ve kuşa el sallayarak yola koyuldum. iki saat kadar kâh buranın, kâh yurdumuzun hayalleriyle sokalarda dolaştım, zaman öldürdüm. Geriye döndüğümde artık öğlen olmuştu. Kapının önünde sarı bisikletiyle duran postacı bizim posta kutusuna bir paket sıkıştırmaya çalışıyordu. Hemen yetiştim ve elinden paketi aldım. Paketin üzerine bakınca tanıdık bir el yazısı gördüm ve ardından o güleç sima belirdi karşımda. Azeroğlu! İki kitap göndermişti. "Al Bayrağın Altında" ve "Aras Vadisinde Destanlaşan Köy Algızıl"...
Kitapların kapağını okşadım. Bu çileli, garip adam hâlâ o Turgutlu'daki genç çocuğun heyecanıyla yurduna vurgundu. Kitabın ilk sayfasına, " Selam, canım kardeşim," diye yazmıştı.
Aleyküm selam garip yüzlü adam! Aleyküm selam! Aynen Abdürrahim Karakoç gibi:
"Ormanlarda yuvasını yitiren,
Bir kuş görsem sen gelirsin aklıma!
Beni alıp uzaklara götüren,
Bir düş görsem sen gelirsin aklım
0 Yorumlar